Buharlaşan cama çizgiler çizip resim yapıyordum. Çizgilerin bittiği yerde biriken buhar damla halini alıp aşağıya doğru süzerek çizdiğim resmi bozmuştu. Dışarıda sokak lambaları gecenin karanlığında ışık huzmesi olarak gözlerime yansıyordu. Ses yok ama yaşam vardı. Bir yerlerde kesinlikle yaşam vardı. Üzülen, gülen, çılgınca eğlenen ve hunharca ağlayan. İnsan bir vücut ama insanlık farklıydı. Vadinin içinden hızla gelen sis etrafı kaplamıştı. Artık karşı taraftaki ışıkları görmüyordum. Sadece esen rüzgarın sesi vardı. Birde sessizliğin o sesi. Ama o sesi kimse kolayına duyamaz o sebeple sessizliğin sesi denmiş ona. Yani bence öyle. Çünkü insanlar bir şeylere kendi penceresinden bakar. O pencerenin manzarasını yine kendisi oluşturur. Aslında öyle de değil, direkt pencerenin karşısına manzarayı koyar sonra o pencereden kendi koyduğu manzarasını seyreder. Öyle işte.